1. SOHBET – KADERE İTİRAZ ETMEMEK

Yorumlar · 43 Görüntüler

Bu konuşma Pazar sabahı RİBAT’ta (1) yapıldı. Konuşma tarihi: Hicri, 3 Şevval 545 (Milâdi,1150).Bu sohbette; Şeytanı yenilgiye uğratmak mümkün mü? Ölmeden önce ölmek ne anlamageliyor? Kader nedir? Nefsin ıslahı için ne yapılmalı? Sıkıntı, yalnızlık ve korku nasıl geçer?“Kalbi temiz olmak”, insanı kurtarır mı? Kaderde olan şeyler başa gelmeye başladığı zamanne yapmalıyız? Tevekkül ve ihlasın ölmesi ne demektir? Kadere karşı çıkan nefsi, Allah'ıntakdirine nasıl razı edebiliriz? Konularına değiniliyor.

Kader başa geldiği zaman gönderene kafa tutmak, inancı öldürür; Tevhid (Allah’ı
birleme) nurunu söndürür; tevekkül ve ihlâsı yok eder.
İman sahibinin kalbi, niçin ve neden oldu, gibi sözleri bilmez. Belki «şundan veya
bundan oldu», gibi yersiz lâfları da dile getirmez. Bildiği tek şey vardır, oda:
- Baş üstüne, hoş geldi; safalar getirdi… diye karşılamaktır.
Nefis, tümüyle muhalefet safında durur. Durmadan niza çıkarır; daima karışıklık
ister. Onun ıslâhını dileyen, cihad ehli olsun. Ta şerrinden emin oluncaya kadar. O
nefis, şer içinde şerdir. Onunla cihad edersen emin olabilirsin. Neticede göreceksin ki,
hayır içinde hayır oluyor. Cihad devam ettiği müddetçe onu her iyiliğe uyar bulursun.
İbadetleri hoşlukla yapmaya koyulur. Ve bu uyarlık mükâfatı olarak şu İlâhî hitap ona
gelir:
- «Ey mutmeinne (sakin, Hakka uyar) nefis, Rabbine dön. O, senden razı;
sen de ondan hoşnut olarak…» (Fecr/27, 28, 29)
Bu cihad sonunda, nefse itimat caiz olur. Çünkü, şerli yönü ıslâh olmuştur. Nefsi
halkın eline bırakma… Ta ki, mânevi pederi İbrahim’e (a s.) nisbeti yerinde olsun…
O ki, nefsi bir yana atmıştı ve herkesten ayrı tutmuştu. Şahsî hevesini söndürmüştü.
Boşlukta uçuyordu. Bütün varlığı ile sakindi. Her şey onu ateşten korumaya geliyordu.
Ama, onun bunlara aldırış ettiği yoktu. Allah’tan başka kimseden talebi yoktu.
- «Onun hâlimi bilmesi, bana yeter» diyordu.
Çünkü tam teslim olmuştu. Hakkı ile tevekkül etmiş, Rabbin zatına sığınmıştı. İşte
bu sığınmadır ki.
- «Biz ateşe: İbrahim’e yakıcı olma, serin ve selâmet üzre ol dedik.»
(Enbiya/69) mealinde gelen İlâhî fermanın inzaline sebep oldu.
Sabırlı kullara, Allah’ın bu dünyada hesapsız yardımı olur. Âhirette ise sayısız
nimetleri… Şu Âyet-i Kerime sözümüze şahittir:
- «Sabırlı kulların mükâfatı bol ve hesapsız verilir.» (Zümer/10)
Sabırlı kulların bu âlemde çektiği cefa, onun gözünden kaçmaz.
Siz, bir an olsun onun uğruna sabır yolunu tutun; yıllarca ecrini alırsınız. Zaten ömür
boyunca «Kahraman» lakabıyla gezen, onu, bir anlık cesaret sonunda almıştır.
(1) RIBATın birkaç mânası vardır. Tekke, hânikah, konak, menzil, kervansaray, han gibi.
Buradaki mânası tekke olsa gerektir.
«Allah sabırlı kişilerle olur.» (Bakara/153). Bu oluş, maddî bir terim değildir,
manevîdir. Sabırlıyı Allah zafere ulaştırır, yardımını bol eder. Siz sabra devam ettikçe
her an yardımcınız O olur. Yeter ki, O’na bağlanmayı ve O’nun varlığına sığınmayı
bilesiniz. O’nunla sabredin, O’nunla ayık olun; gaflet uykusundan uyanın.
Uyanmayı, ölüm anına bırakmayın; önceden uyanın. Biliniz ki, o anda uyanmanız
sizi felâketin kucağından çeviremez. O’nun huzuruna varmadan uyanın. O’nun şedid
(şiddetli, sert, güç) emirlerini duymadan gözlerinizi açın. Sonra pişman olursunuz; ama
ne çare ki, faydasız olur.
Kalplerinizi ıslâh etmeye çalışın. Çünkü onun salâh bulması bütün varlığın salâha
ermesi sayılır. Bu mevzuda, Peygamber (S.A.) efendimizin şu Hadîs-i Şerifini anlatmak
yerinde olur:
- «Ayık olun, insanda bir et parçası vardır. O iyi olunca, bütün duygular
güzelleşir. O. Fesada uğrarsa bütün duygular iyiliğini kaybeder... işte o et parçası
Kalp’dir.»
Kalbin salâhı, takva, tevekkül ve bütün işlerde ihlâs sahibi olmakla mümkündür.
Fesadı ise bunların yokluğu ile olur.
Kalp, şu bünye kafesinde bir kuş gibidir ve bir şişe içinde saklı inciye benzer;
hâzinede gizli, muteber bir meta gibidir. Bakılacak şey, kafes değil, içindeki kuştur.
İçindeki inciye bakılmalıdır, şişeye değil. Hâzinedeki muteber nesne dururken,
duvarına, kerpicine bakmak neye yarar.
Allahım, duygularımızı tâatında kullan. Kalplerimizi marifet nurunla doldur.
Hayatımız boyunca yolunda kalmak için bizlere başarı ihsan eyle… Bizleri geçmişteki
iyilere kat. Onlara verdiğini bize de nasip et. Onlara Zâtını vermiştin; bize de ver.
Âmin!..
Ey Cemaat! Allah yolunda olun. Salihler, böyle yaptı da erdi. Siz Allah yolunda
olursanız, O da size yardımcı olur. Salih kişiler, hak yolda böylece erdiler; bir an bile
İlâhi yardım onlardan kesilmedi.
Hak katından çıkacak kararların lehinize olmasını arzu ediyorsanız, O’nun tâatına
koşun. O’nun yolunda sabırla devam edin. Yaptığı işlere boyun eğin. Hakk’ın hükmü
ne olursa olsun, razı olun. Gerek size gerekse başkasına bu yolda her ne ki geldi,
uhdenize düşen razı olmaktır, teslim olmaktır.
Allah yolcuları dünyayı bir yana attılar. Kısmetlerini alırken takva eli ile aldılar. Bu
arada verâ’ (şüphelileri bırakma) halini de bir yana atmadılar. Bu hali benliklerine
sindirdikten sonra öbür alemi istediler. Bu işleri bitince, âhiret yolculuğuna hazırlık
yapmaya koyuldular. Nefislerine karşı isyan bayrağını çektiler. Yaratanları önünde
boynu bükük ve tâat ehli oldular. Onların vazifesi, önce nefislerini yola getirmek, sonra
başkalarını… Önce özlerine öğüt verdiler; sonra da başkalarına…
Ey evlâd! Önce nefsine öğüt ver. Onu yola getir; sonra da başkalarını… Sana
nefsin özelliklerini bulmak başlıca vazifedir. Bunu yapmadan başkasına gitme. Senin,
henüz ıslâha muhtaç hallerin vardır. Bunu sen de biliyorsun. Yazıktır; bunu bildiğin
halde, gayrın ıslâhı sana nice nasip olur?.. Gözlerin bir adım öteyi görmüyor. Körleri
neyinle yola getirmek sevdasındasın?.. İnsanları, ancak, ileri görüşlü ve basiret sahibi
olanlar yola getirebilir. Daimî dalgalarla kabaran denizden ancak Mahmud (S.A.)
(Peygamberimiz) kurtarabilir ve onun hakiki vârisleri… İnsanları Allah’a, Allah’ın irfan
ve tam iman nasip ettiği kimseler götürebilir. Ama, onun hakikî ilminden ve irfanından
nasibi olmayanlar, öncü olamazlar.
Hak tasarrufundan sana lâf açmak düşmez. Sana gereken; O’nu sevmek ve O’ndan
gayrı kimseden korkmamak. Ve bütün işleri O’nun uğruna görmek… Bunlar kalple olur.
Dil gürültüsüne getirip söze boğmakla olmaz. Sonra mihenk taşına vurulunca utanırsın.
Herkesin içinde iddia etmek yakışmaz. Kuru dâvaya kimse inanmaz. Halk arasında
söylediğin sözleri, yalnız kaldığın zaman da söylüyor musun?.. Aynı duyguları tek
başına kaldığın zaman da duyman kabil oluyor mu?.. İşte, en Önemli iş, bu oluyorsa
mesele yok… Kapı önünde tevhid, içeri girince de şirk!.. Yakışır mı?.. Bu, nifak
alâmetidir. İçi bozuk olmanın ta kendisidir.
Acırım sana. Sözün ittika (Günahlardan ve bütün kötülüklerden sakınan) dan açılıyor,
kalbin ise fitne çıkarmaya meyyal. Şükrü dilinden bıraktığın yok; ama kalbin daima itiraz
halinde. Allahü Teâlâ bir kudsî hadis’te şöyle buyurur:
- «Ey insanoğlu, iyiliğim sana daima inmekte; ama senin de kötülüklerin bana
gelmekte… Bu nasıl oluyor?..»
Tehlikede olduğunu görüyorum; acıyorum. Allah’a kul olduğunu iddia ediyorsun,
ibadet ederken de kalbinde başkasını saklıyorsun. Hakikî mânada O’na kulluk
etseydin, O’nda yok olurdun. O’nun varlığında erir, kaybolurdun.
Tam imana sahip olan, nefs şeytanına boyun eğmez. Şahsî arzularına uymaz.
Aslında iman sahibi, nefis denen bir şeye hak tanımaz. Hakkı tanınmayan ve
bilinmeyen bir varlığa nasıl boyun eğilir ki?.. Hele kötülüğü herkesçe müsellem
olunca… İman sahibi, Rabbinden başkasına inanmaz ve varlık tanımaz, onun gayrını
bir yana atmıştır. Hele dünyalık şeylerden hiç hoşlanmaz, öbür âlemi arzular. Bu hale
eren, elbette ki Mevlâsı ile olur. Bütün kulluğunu O’nun uğruna yapar. Cümle vaktini
O’nun yolunda geçirir.
İman sahibi, can kulağı ile şu İlâhî hitabı işitmiştir:
- «Onlar yalnız Allah’a kullukla emrolunmuşlardır. Din yolunda pâk ve ihlâs
sahibi olarak.» (Beyyine, 5)
Varlığında beslenen halkı, Hakka eş etmekten sakın. Allah’ı tevhid et. Çünkü bütün
eşyanın yaratıcısı O’dur. Her ne varsa hepsi O’nun elindedir. Ey O’nsuz şey arayan
adam, başta aklını ara… Sen aklını yitirmişsin. O’nun hâzinesi dışında bir şey var mı?..
Şu âyet-i kerimeyi iyi dinle:
- «Bize göre, saklı hiçbir şev yoktur. Her şey bize malûmdur.» (Hicr/21)
Ey evlâd! Kader oluğu altında uyu. Uyurken sabra yaslan. Önce uyur görün, sonra
tam uykuya dalar, hakikate erersin. Kurtuluş yolunu gözeterek kulluğa devam et. Böyle
devam ettikçe, iyilikler akar, gelir. Yazılandan gayri gelmez. Bu arada iyi olmayacağını
sandığın şeyler de gelebilir. Tam arzu ettiğin de gelir; hepsini hoş gör.
Ey cemaat! Kadere uyun. Bu yolda hayli emek sarf eden Abdülkadir’e dönün. Onun
tuttuğu yolu siz de benimseyin. Kader, yolunda boynu eğiklerden olduğum için beni
Kadir’e (Allah’a) ulaştırdı.
Geliniz, varlığımızı bir yana atarak O’na koşalım. Bu yolda biraz da perişanlık
çekelim. Halk bizi rezil (!) görsün. Ne çıkar! Biraz zahmet çeksen, O’na vardıktan sonra
hepsi geçip gider. İçimize ve dışımıza sultan kesilen nefsimizi Hak yoluna çevirelim.
Cihan Şafii’nin elçisine başvuralım. Onu gönderenin hatırı için elini eteğini
bırakmayalım. (Peygamberi kastediyor. Peygamber’e ulaştırıcı ve kavuşturucu olması
sıfatıyla kendini kastetmesi de muhtemel) Tazim bizi küçültmez. Bilâkis yükseltir. Size
bir elçi gelse sözlerini dinlemeden kapıya mı koyarsınız?.. Tecrübe etmeden
itimatsızlık mı beyan edersiniz?.. Onu sevin ve ona bağlanın. Bunu yaparsanız, Hakk’ın
sohbetine erer, iyilik kaynağını bulursunuz.
İşte, dediklerimi dinle, göreceksin ki velayet derecesi kapıda seni bekliyor. Sen onu
aramasan dahi o seni bulur. İlâhî ilim denizinden doya doya içmen böylece kabil olur.
Onun fazilet kapısına anlattığımız yoldan gidilir. Başka yol yoktur. Fazilet sofrasına
böyle oturmak kabil olur. Onun rahmeti kadere uyana gelir. Bu halin sahipleri teklerdir.
Milyonda bir çıkar. Her soyda ve her kabilede bir tane ancak çıkar. Belki de çıkmaz.
Takva hali sana gerekli iştir. Allah yolunun gerçek erlerine uy. Nefsine uyar olma.
Şeytan ve kötü arkadaşlarından kaç! Îman sahibi, bunların cihadından fariğ olmaz.
Bunların elinden kurtulup başını dışa çeviremez. Nefisle cihad etmekten alnının teri
kurumaz. Onun üzerinden ne zırhı çıkar ne de atının eğeri sökülür.
O büyükler, uykuyu yenmek için uyurlar. Nefse karşı çarpışmak için yerler. Zaruret
olmadan konuşmazlar. Onlara âdet, susmaktır. Ancak Rablarının kaderi onları
konuşturur. İlâhî fiiller onları konuşturur; onlar bunun farkına varmazlar. Benlikleri
ölmüştür. Yarın kıyamet olduğunda duyular nasıl konuşursa, burada onlar öyle
konuşur. Onları Allah konuşturur, Allah herkesi konuşturmaya güçlüdür. Sebepler
yaratılır; onlar da konuşurlar. Herhangi bir iş için onların kullanılması gerekince,
sebepler hazır olur.
Allah’ın dileği üstündür. Arzu ettiği şeyi yapar. O büyüklerin bu şekilde konuşmaları
bir hikmete dayanır. Peygamberlerin vefatı sonunda, yerlerini bu büyükler aldı. Bir
hüccet olarak konuşurlar. Her konuşmaları bir hükme dayanır Yarın kıyamet günü
olunca, halkın özrü kalmaz. Çünkü müjde ve çekinme mevzuunda, her sözü bu
büyükler beyan etmiştir.
Peygamberlerden sonra halk, yararını onlardan öğrenecektir Peygamberimiz:
- «Bilginler, peygamberlere vâristir.» buyuruyor.
Asıl veraset, yukarıda anlattığımız ve daha anlatacağımız huyları benimsedikten
sonra başlar.
Ey cemaat! Allah’ın nimetlerine şükredin. Sizde bulunan nimetleri O’ndan görün.
Çünkü yaratanımız buyurdu:
- «Sizde bir nimet varsa, o Allah’tandır.» (Nahl, 53)
Hani O’nun nimetlerine şükrünüz? Halbuki O’nun iyilikleri sizi sarmıştır. Nimetleri
içinde dönüp duruyorsunuz.
Halin nicedir, iyiliği başkasından gören çaresiz!.. Bir taraftan iyiliği Allah’dan
başkasına mal edersin, beri yana döner, nimeti az bulursun!.. Size gerekmeyeni,
yaramazı neden beklersiniz?.. Allah’ın verdiği kuvvet ve kudreti O’na isyanda
harcamanıza sebep ne?..
Ey evlâd! Yalnız kaldığın zaman, seni kötü işten koruyacak duyguya muhtaçsın.
Ayak kaymasını önleyecek tedbirin olmalı. Hakkın her an seni kontrol ettiğini içinden
sezmelisin. Bu düşünceler varlığını sarmalı. Anlattıklarımıza şiddetle ihtiyacın vardır.
Benliğini bu öğütlerle donattıktan sonra nefisle cenge çıkman kabil olur.
Halk arasında büyük olarak tanınan kimseleri ufak bir hata yıkabilir; zahidleri
şehvetler perişan eder. Ebdâlleri, maddî varlığını manevî varlığa katmak isteyenleri,
yersiz düşünce süründürür. Bilhassa, yalnızlık hallerinde, kötü fikirlerden kendilerini
korumaları gerektir.
Doğruların yıkılışı bir an işidir. Çünkü bunlar şahın kapısında beklerler. Tek tek halkı
Hakk’a çağırmaya memur edilmişlerdir. Onlar, Mahlûkata şöyle hitap ederler:
- Ey kalpler! Ey Ruhlar! Ey insanlar ve cinler! Hak yolunu istiyorsanız bana gelin!
Gelişiniz kalp adımı ile olsun. Takva ve vera’ caddesinden aşın, gelin. Dünyayı bırakın.
Âhireti bir yana atın. Mevlânızdan başkasını düşünmeyin. Bana bu duygularla dolarak
gelin!..
İşte, bize uyanlar böyle olur. Gayretleri sayesinde yerle gök arasındaki boşluk dolar.
Ey evlâd! Nefsi bir yana at. Şahsi arzularından geç. Yukarıda, azıcık vasıflarını
anlattığımız er kişilerin ayakları altında toz ol, toprak ol!.. Onlar ellerini birbirine vurduğu
zaman gözden kaybolacak kadar küçül!..
Hak hem Aziz hem de Yücedir. Ölüyü diriltir. Dilediği an dirileri de öldürür.
İbrahim (a s.) peygamberin ana, babası küfürle gitmişti. O, iki ölüden diri çıkardı.
Onlardan koca bir İbrahim peygamber doğdu. İman sahibi diridir. Küfür ehli ölü sayılır.
Allah’ı tevhid nuru ile bilen diri; müşrik ise ölüdür. Allahü Teâlâ, geçmişteki
peygamberlerine indirdiği bazı kitaplarda şöyle buyurdu:
- «İlk defa şeytan öldü; çünkü bana karşı geldi. Bu yanlış iş, onun sonsuz
yıkılışına sebep oldu.»
Artık yaşadığımız zaman, son demlerini geçirmektedir. Ortalığı yalan, nifak
tohumları kapladı. İçi dışına uymayan kimselere yanaşmayın. Yalancı ve insanları
doğru yoldan saptıran kişilerden uzak durun. Onların kılığı deccal kılığıdır. Tipleri
şeytana benzer. Bu vasfı onların, yalnız dış cephelerinde aramayın. İçlerini biraz
sezecek olursanız, onların fenalığını hemen anlarsınız. Kendi iç bünyende de
bulabilirsin. Nefsin de şeytan kılığına girip seni azdırabilir. Onun da bir vasfı, deccal’dır.
Onları da ıslâha çalış. Kötü arzularını da yenmeye gayret et. Nefsin fenalığını
düşünmeden başkasını kötülersen, sana yazıklar olsun, derim. Varlığında her cins
kötülük saklı; münafıklık, aldatıcılık, daha birçok fenalık onda varken başkasına
sataşman ne gerek?.. O ayrıca Allah’a şirk de koşuyor; bunu bildiğin halde neden göz
yumuyorsun?
Nefsine muhalif ol. Ona uyma. Onu kuvvetle bağla, çözme. Onu hapset. Yalnız
hakkı kadar ver. Fazla verme, sonra azar, baş edemezsin. Her zaman onunla
mücadele et ve onu yenmeye çabala.
Şahsî arzularına bin. Onlar sana yük olmasınlar; işte buna meydan verme. Tabiî
hevâyı (Nefsânî zevkler, kötü arzular) yık, yeniden yap. Onun aklı yoktur. Küçücük
çocuğa benzer. Gözleri de kördür. Gideceği yolu sen göster. Ondan bir şey de
öğrenmen mümkün değildir; kendi bildiklerinden ona belki öğretebilirsin, öğrenmek
istemez, ama hissen iyiye yanaşabilir. Aksi halde ondan kabul edeceğin her hareket,
senin ebedî yıkılıp gitmene sebep olur.
Şeytana nasıl yakın oluyorsun?.. O, senin düşmanındır. Aranıza bir kan davası
girmiştir. Babanı öldürdü. Anneni kandırdı. Âdem Baba ile Havva Ana*ya neler etti.
Bilirsin, ama yine ondan ayrı olmuyorsun. Kork, sonra onlara yaptığını, sana da yapar.
Elindeki silah takva ve tevhid olsun. Yalnız halinde şüpheli iş tutma. Allah’tan yardım
dile. Doğru olmak ve yardım dilemek, senin askerlerindir. İşte silâh, işte asker,
kumanda edebilirsen ne âlâ; yoksa yanarsın. Bunlar sana yeter. Gayret et, şeytanı da,
nefsi de, kötü duyguları da yenebilirsin. Hak’tan yardım diledikçe, O seninledir. Bu
olduktan sonra nasıl başarı elde edemezsin ki?..
Ey evlâd! Bir eline dünyayı, öbür eline de âhireti al. İkisini yanyana getir. Bir yere
yerleştir. Aralarından çık. Mevlâna yönel. Tek olarak Hakka yönel. Kalbin çıplak olsun;
onda ne dünya ne de âhiret bulunsun. Hiçbiri olmamalı.
Mevlâya yöneldiğinde, sivadan (Masiva: Hak’tan gayrı işlerden) soyun. Yaratan ile
yaratılmışları karıştırma. Halik’ı bırakıp halk ile olma. Bütün sebeplerden kesil.
Yaratıcılık iddia edenleri yere vur. Bunları yap, sonra dünya ile âhireti bıraktığın yere
git; dünyayı nefsine ver. Âhireti kalbine koy, Mevlâyı da sırrında sakla.
Ey evlâd! Nefisle olma. Kötü arzuyla (hevâ) olma. Dünya ile olma. Âhireti de bırak.
Hakk’ın gayrı bildiğin her şeyden silkin. Bunları yapabildiğin an, tükenmez hâzineye
erersin, sonsuz hazine dedikleri budur. Hidayet bu yolda olur; oraya erersen ölmek
senin için muhal (imkânsız) sayılır.
Günahtan dön. Koşar adımla efendine git. Tevbe edeceğin zaman dışını ve içini
temizle. Tevbe ilk defa kalple olur.
Tam ve pürüzsüz dönüşle Mevlâ’na sarıl; günah libasından çık. Mecazî mânada
değil, hakiki mânada Allah’tan utan. Bunlar kalp işidir; olması için kalbin temiz olması
şarttır. Peygamberin göstermiş olduğu yola girmek gerekir.
Kalıbın kendine has işi vardır. Kalbe de has olan bazı işler bulunur. Sebep
kisvesinden soyunmak, kullara dayanmamak, kalbin yapması gereken şeydir. Kalp,
tevekkül denizinde yüzer. Allah bilgisini varlığına sindirir. Onun sonsuz ilim denizine
dalar.
Sebebi bırakır. Sebebin asıl sahibini arar. Bu durumda vasat halde bulununcaya
kadar zahmet çeker. Sonra içine döner ve şöyle der:
- «Bizi yaratan, doğru yolu gösterir.» (Şuara, 78)
Sonra yoluna devam eder. Yerleri aşar. Sahilleri dolaşır. Sonra…
Yolunu aydınlık kaplar. Allah’a hakiki mânası ile inanır. Yolunu kesen engeller yok
olur.
Hakk’ı arayanın kalbi, mesafeleri aşar. Her adımda görüşü ötelere geçer…
Yürüdüğü yolda korkulu bir şey gelse, iman kalkanı onu saklar, ona şecaat duygusu
verir. Korku buharı kalmaz, ateş korları yok olur, emniyet nuru gelir; yakınlık
sevgisini benliğinde bulur.
Ey evlâd! Başına bir iş gelecek olursa, sabır eli ile karşıla. Şifa buluncaya kadar dur.
Bağırma, çağırma. Şifa gelirse, şükür eli ile al. Bu hale geldiğin zaman, en güzel şeyi
bulmuş olursun.
Cehennem korkusu, iman sahiplerinin ciğerlerini parçalar. Renklerini değiştirir.
Kalpleri mahzun olur. Bu duygu sonunda Allah’ın rahmet suyu üzerlerine saçılır. Lütuf
hoşluğuna kavuşurlar. Ahiret kapısı onlar için açık olur; sevdikleri makamı görür ve
sonunda oraya yerleşirler. Bir zaman rahat edip huzur bulduktan sonra, bu defa Celâl
perdesi açılır. İlk korkudan daha büyük bir ürperme hasıl olur. Kalpleri, Hakka doğru
uçmaya başlar. Bu devir de biterse, Cemâl kapısına yol açılır. Artık bulacaklarını
bundan sonra bulurlar. Sakin ve emin olurlar fakat, bu emniyet ilk defadan çok üstün
ve hoş olur. Dereceler bir bir artar, perdeler arka arkaya açılmaya başlar. Duyguları
yeni yeni şeyler sezmeye koyulur, çünkü Hakkın tam yakını olmuş olurlar.
Ey evlâd! Gayretin yemek, İçmek ve evlenmek olmasın. Bunların tümünü
gönlünden çıkar. Gayen bunlar olmasın. Çünkü hepsi nefsin arzularıdır. Tabiatın
gereği sayılır. İlâhî kuvvet, bunlarla seni bulamaz. Bunlara kapılırsan kalbin hakikî
isteği nerede kalır?.. Onlar, Hakkı ararlar. Sana da iç âlemin isteği gerek. Bütün
gayretin en çok lâzım olana olmalı. O en lüzumlu olan ise Allah’tır. O’nu ara. Allah ve
onun katında olan sana yeter.
Her şeyin bir karşılığı olur. Dünyaya âhiret, yaratılmışlara ise Yaratan bedeldir.
Dünyayı kalbinden atarsan yerini âhiret alır; halk bir yana bırakılırsa onun yerini Hak
alır.
Şu günün, ömrün için son gün olduğunu bil. İşlerini ona göre ayarla. Bu duygu sana
yeter. Öbür âleme hazırlık yap. Ölüm meleğini candan bekle. Onun gelişi seni
sevindirmeli.
İman sahiplerine dünya, pişme ocağıdır. Ahiret onları hazır bekler. Hakk’ın gayreti
onların kapalı perdesini açar. Onlarda Tekvin (istediğini yapabilmek) sıfatı tecelli eder.
Bu, öbür âlemde olması gereken bir vasıftır. Ama onların dünyası da bir âhiret olur.
Dünya ile âhiretin onlara bir değişik hal getirmediği de ayrıca iddiası; gerekmez bir
gerçektir.
Yalancı! Allah’ı sevdiğini belirtiyorsun. Nimet halinde “Allah,” de sonra da kaç,
kaybol; bu yakışır mı?.. Belâ geldi mi, sanki İlâhi duyguların sönüyor ve sen
çırpınıyorsun. Allah’ı yalnız iyilik içinde mi anacaksın?.. Belâ karşısında dağ gibi
olmalısın. Allah sevgisi o zaman belli olur. Bu duygudan mahrumsan hiçsin. Bu yol, içi
bozukları hemen açığa çıkarır. En ufak bir değişik hal, İç âlemi perişan etmeye yeter.
Bir adam Peygamber (S.A.) efendimize geldi:
«Seni seviyorum, ya Resûlallah», dedi.
Peygamberimiz şöyle buyurdu:
«O halde fakirlik haline razı ol!» Bir kişi yine geldi:
«Ben Allah’ı seviyorum,» dedi.
Peygamber (S.A.) efendimiz buna da şunları söyledi:
- «O halde, belâ gömleğini giy. Allah ve Peygamber sevgisini fakirlik hali ve
belâ takip eder.»
Bundandır ki, birçok iyiler, şöyle derler:
- «Belâ velîlere (Allah dostlarına) gelir. Tâ ki, bir iddia peşine koşmayalar. Böyle
olmasaydı herkes velilik iddiasında bulunurdu.»
Allah, belâ anında dimdik durmayı iyilere verdi. Fakirlik ve ihtiyaç hali ise bu sevginin
gereğidir.
«Ya Rabbi, bizi ateşten koru. Dünyada iyilik, âhirette yine iyilik ver.» (Bakara,
201)

Yorumlar