2. SOHBET – KENDİNİ ALLAH’A MUHTAÇ HİSSETMEK

Yorumlar · 28 Görüntüler

Bu konuşma medresede yapıldı. Konuşma tarihi: 5 Şevval 545 (Milâdî, 1150).Bu sohbette; Sonsuz mutluluğun sırrı nedir? Niçin yaratıldık? İçi dışı bir olmayanlarınakıbeti ne olur? Kalplere ve gözlere inen perdeler nasıl kaldırılır? Bela ve musibetlerin sırrınedir? Gaflet uykusundan nasıl uyanılır? Konularına değiniliyor.

Allah’a karşı aldanışın, seni O’ndan ayırdı. Bu aldanıştan dön. Başına vurulmadan
bu halden ayrıl. Felâket gelmeden önce tedbir yollarını ara. Başına belâ akrepleri
çöreklenmeden ve yılanlar başına üşüşmeden, kötü halinden çekil. Ama belâyı
tatmadıktan sonra aldanman eksik olmaz. Bulunduğun hal yalnız seni sevince
boğmasın. Çünkü sevinç geçici şeydir. Allahü Teâlâ bir Âyet-i Kerimede – meâlen –
şöyle ferman buyurdu:
- «Onlar, verilen şeyle ferahlandılar; biz de anîden ellerinden aldık, boşa
düştüler.» (En’am, 44)
Allah’ın indindekine kavuşmak, yalnız sabırla mümkün olur. O, her zaman sabırla
emir buyurmuştur. İman sahibinin çoğu hali, sıkıntı ile geçer. Elindeki şeyler çok bile
olsa, yine de sıkıntı içindedir. Çünkü bağlanmış olduğu birçok prensipler vardır. Onları
yerine getirmek güçlüğü içinde kıvranır. Dünyada, ancak hiçbir prensibe bağlı
olmayanlar rahat (!) eder. Onlar da hiçbir dine söz vermeyen dinsizlerdir. Allah’ın
sevdiği kullar, belâya düştükleri zaman sabra koşarlar, ağlamaz ve sızlanmazlar. İman
sahipleri, belâ içinde dahi olsalar iyi işleri ararlar. Bulundukları hal onlar için Hak
katında derece arttırır.
Evet, sabır olmasaydı beni aranızda göremeyecektiniz. Ben, kuş avlayan bir çocuk
gibi, her an sizinle konuşmak istiyorum. Buraya koşarak geliyorum. Gece olur,
uyuyamam. Gündüzleri bu yüzden gözlerim kapanık durur. Ayaklarım tuzağa tutulmuş
gibidir. Allahü Teâlâ, beni sizin için bu hale getirdi. Ama, yazıklar olsun ki, siz bu hali
anlamak istemiyorsunuz.
Eğer Hakk’ın muvafakati olmasaydı bu anlatılanlar olmazdı. Bir defa düşünün, aklı
başında olan bir kimse, şu şehirde oturur mu?.. Kendi keyfine göre burada durması,
içinde bulunan uygunsuz ve huysuz kimselerle kalması kabil mi? Riya ortalığı kapladı.
Zulüm arttı. Şüpheliler şöyle dursun haramları bile aldırmadan yapıyorlar.
Hakk’ın nimetlerine küfür çoğaldı. Kötülere ve bilcümle fenalıklara yardım arttı.
Çarşı- pazarı zındıklar – dinle alay edenler – kapladı. Kürsülerde şaraplar içiliyor.
Halbuki orası hikmet kaynağı olmalı.
Eğer verilmiş bir hüküm olmasaydı, evinizde yaptığınız kötü işleri bir bir sayar
dökerdim. Lâkin bana göre temel iş olan yavrularımın terbiyesi ve yetişmesi vardır.
Durumunuzu söylersem aranızdan hemen ayrılmam gerekir. Bu, her işi yarıda bırakır.
Bugünkü halimde, geçmiş büyüklerin himmetine muhtacım. Peygamberlerin
ruhaniyetine inanıyorum. Âdem (a s.) peygamberlerden bugüne kadar gelen bütün
büyüklerin sabrını istiyorum. İlahî ve ruhanî bir kuvvete muhtacım.
Yarabbi, lütfet, yardım et. Bizi rızana kavuştur. Âmin!
Ey evlâd! Dünyada daimi kalmak için yaratılmış değilsin. Onda yalnız yiyip içmek
için durmuyorsun. Bulunduğun hali hemen değiştir. Bulunduğun halde Allah’ın
sevmediği şeyler mevcuttur. Mücerret Kelime-i Tevhid’le yetindin. Taat olarak yalnız
bununla yetinmek senin için iyi bir iş değildir. Bu, sana fayda sağlamaz. Bunu başka
ibadetler de takip etmeli.
Îman, söz ve işten ibarettir. Mücerret iman sahibi olman seni düşmüş olduğun
çukurdan çıkaramaz. Bu halinde ısrar eder; namazı, orucu ve diğer farz ibadetleri bir
yana atarsan, sadaka tanımazsan iyi olmaz. Bunları terk etmek senin için felâketten
başka bir şey doğurmaz. Günah çukurundan tevhidin hangi harfi seni çeker, çıkarır?
- «Allah’tan başka ilâh yok...» dediğin zaman bir dâva peşine düşmüş oluyorsun.
Her dâvada şahit isterler. Şahidi olmayan kaybeder. Bu durumda şahit, emirleri tutmak
ve yasakları bir yana atmaktır. Ayrıca bu uğurda gelecek her türlü belâ ve mihnete
göğüs gerip sabırlı olmak da bir şahit sayılır. Aynı zamanda bunlar senin için yol delili
demektir. Söylediklerimiz yapılacağı zaman da ihlâsa sarılmak gerekir. Hiçbir söz
amelsiz kabul edilmez. Ve hiçbir amel de ihlâs olmadan kabul edilir değildir.
Peygamberin (S.A.) yolu ihlâstan ibarettir.
Elinizde bulunan mallardan İhtiyaç sahiplerine verin. Kapınıza gelen dilencileri boş
göndermeyin. Gücünüz yettiği kadar az veya çok bir şeyler vermeye gayret edin. Allah
nasıl verdi ise, siz de öyle yapın. O’nun verdiği gibi verin. O’nun verdiklerini muhtaçlara
dağıtarak şükür yolunu tutun. Hele bir bakın; size ne kadar bol ihsanlar etmiş.
Saymakla bitiremiyorsunuz. Bu halinizde düşkünleri gözetmek size gerekli değil midir?
Yazıklar olsun. Eğer kapına gelen dilenci bir hediye getirseydi hemen alırdın; bana
mı, demezdin. Hiç geri çevirmek İstemezdin.
Şu anda yanımda oturuyor ve sözümü dinliyorsunuz. Gözlerinizden yaş da akıyor.
Az sonra dışarı çıkıyorsunuz, sanki az önce öğüt dinleyen siz değildiniz ve
gözlerinizden yaşlar akmıyordu. Kalbiniz hemen katılaşıyor, önünüze çıkan, hele bir
fakir olunca, yanınıza bile yanaştırmak istemiyorsunuz. Bu anlatıyor ki, yalandan
ağladın. Sözlerimi candan dinlemedin. Sözlerimi Allah için dinlemelisin ve Allah için
gözlerinden yaşlar akmalı…
Yanımda işittiğin söz, ilk başta sırrına geçmeli. Sonra kalbine akmalı, daha sonra,
bütün duygularına sirayet etmeli. Hayra böylelikle varılır. Bana geldiğiniz zaman,
ilminizi, dilinizi, nesebinizi bir yana atınız. Çocuklarınızı ve bütün tanıdıklarınızı bir yana
bırakınız. Yanımda, sizleri Haktan gayrı her şeyden âri görmeliyim. Ancak böyle
yaparsanız O, sizi fazlı ve ihsanı ile örter. Bu hali kendinde benimsedikten sonra,
iradesiz beslenen bir kuş gibi olursun. Kalbine Hakk’tan nur gelir. Buna işaret olarak
Peygamber (S.A.) efendimiz şöyle buyurur:
- «İman sahibinin ferasetinden sakının; çünkü o, Allah’ın verdiği nurla bakar.»
Ey içi bozuk adam, iman sahibinden çekin. Onun yanına günah pisliği ile girme.
Çünkü o, Allah’ın nuruyla her halini sezer. Derununda saklı şirki, küfrü ve nifakı anlar.
Giydiğin elbise seni onların nazarından saklayamaz. Ne kadar örtülere bürünsen, onlar
yine görür.
İyi görmekten mahrum olan, iyi olamaz. Sen bir hevesten ibaretsin, hevâ peşinde
koşanlara sen de karışmaktasın.
Dertli bir şahıs, arkadaşına şöyle sordu:
- Bu körlük, ne zamana kadar gider?
Öbürü cevap verdi:
- Tabip bulununcaya kadar… Yılıp usanmadan bir tabip ara. Bulunca başını
önüne koy ve yalvar. O tabip için iyi düşün; kötülük yapacağı aklına gelmesin. Onu
töhmet altına almak isteme. Gözün hiç görmüyorsa, yavrunu yanına al. Beraberce
tabip kapısına yönel. Bıkma, usanma; onun kapısında bekle. Vereceği her ilâcı itimatla
kabul et. Acı gelirse de dayan. Böylece halin düzelir ve gözlerin açılır.
Allah için gönlünü engin kıl. Bütün işleri ona bırak. Yapılan şeylerden kendin için bir
pay çıkarma. Nefse haddi aştırma. Onu iflâs ayağıyla ez, halktan yana kapıları kapa.
O nefsin tek kapısı senin canibinde olsun. Her an nefsi yalnız bırakma. Her gün
muhasebe et. Hatalara özür diletmeden bırakma. Her suçunu itiraf ettir. Sonra nefsi al,
kendi varlığın varsa onu da bul, birlikte Hakk’a yönel. Fayda veya zarar, Hak’tan
başkasından gelmez. Veren, alan, O’ndan gayrı değildir; buna inan. İnsan için en tatlı
şey imandır. İmanın sonunda hayli iyi işler olur. Kalbin görmez tarafı kalkar. Kalbin ve
ruh basiretin, hareket haline gelir.
Ey evlâd! Kaba elbise giymek iş değildir. Yemek ve içmek işini bir yana atmakta da
iş yoktur. Asıl önemli şey, kalbin kötü şeyleri kabul etmemesindedir. Doğru olan, sofu
libasını (giysi) önce içine giyer, sonra dışına… Bu libasını ruhuna sevdirir, iç âlemine
teşmil eder, daha sonra bütün varlığına… Bu giyilen sofu libası Hak yolcusunun iç
âlemini biraz sıkar; sabrı bulursa Hakk’ın rahmet eli onu kurtarır. Mevlâ’nın acıma ve
esirgeme tecellisi onun bütün halini gülistana çevirir. Cümle sıkıntılı hallerini giderir.
Hak yolcusu, yolunu iyi seçince, sahibi onu, bu kara balçık elbiseden çabuk alır. Ferah
libasını giydirir. Belâ nimete, darlık genişliğe, korku emniyete döner. Uzak olmaz; yakın
olur. Fakirlik kaybolur, gönül ve ruh zenginliği onun yerini alır.
Ey evlâd! Eline gelen nasibi hırsla alma, sakin olarak al. Yemeğini mahzun olarak
yiyen iyidir. Şen ve şatır olarak sofrasına kurulan pek iyi değildir; Mevlâ’sını unutmuşa
benzer Eline lokma aldığın zaman, kalbini Hakk’a ver. Bu halle yediğin sana nur olur.
Şer varsa sana dokunmaz. Bir ilâç hekimin tavsiyesi ile alınırsa zararı yoktur. Kendi
keyfine göre alırsan sonu bilinmez. Zararı birden gelir, seni tutar. Çarpılmışa dönersin.
Kalbinizdeki karartı beni hayrete düşürüyor. Aranızdan itimat çıkmış. Birbirinize
karşı itimat etmez olmuşsunuz. Birbirinize acımıyorsunuz. İlâhî emirler size emanet
olarak bırakılmış; halbuki siz onu bir yana atmışsınız.
Sana yazıklar olsun, neden ahdini tutmuyorsun?.. Hakla böyle mi ahdetmiştin?.. Bu
halin devam ederse gözlerine yakında karasu iner. Ayaklarına ve ellerine inme gelir.
Gezmek şöyle dursun, yerinden bile depreşmen kabil olmayacak. Allah’ın rahmet
kapısı sana kapanacak. İnsanların kalbinden sana karşı kin ve nefret fışkıracak.
Onların iyi düşünceleri senden uzak duracak. O zaman sana kim yardım eder?..
İlâhî kudret ve kuvvet önünde başınızı esirgeyiniz. O’ndan çok korkunuz. O’nun
kudretinden kurtulan yoktur. O’nun tutuşu şiddetli olur ve bir tuttu mu bırakmaz. O’nun
sarsıntısına dayanmak, haddinize düşmemiştir. Afiyete belendiğiniz bir anda ve şen-
şatır yaşadığınız bir demde yerin dibine geçersiniz. Şu gök kubbenin sahibi O’dur ve
şu zümrüt zeminin Mevlâsı yine O’dur.
Şükürle O’nun nimetini saklamaya bakın. Emrini kabul edin. Yasak ettiği şeylerden
kendinizi uzak tutun. O’nun cümle fermanını başınızın üstünde gezdirin. Bir güçlük
gelince sabır kalkanı ile karşı durun. Kolaylığı arıyorsanız, şükür lâmbasını elinizden
eksik etmeyin. Sizden evvel gelenler böyle yaptı. Peygamberlerin ve iyilerin hali böyle
idi. Nimet gelince:
- «Hoş geldi, safalar getirdi...» derlerdi.
Belâ gelince de bağırmaz, çağırmaz, Allahtan yardım talep ederlerdi.
İsyan sofrasını hemen terk edin ve uzaklaşın. Taat sofrasına çömelin ve bol bol
yiyin, için. Haddi aşmayın. Kolaylık karşınıza çıkınca şükre koşuşun. Sert bir işe
çarpılınca, hatalarınızı hatırlayın ve istiğfar edin. Nefsinizi hesaba çekin. Allah hiçbir
zaman kullarına zulmetmez.
Ölümü ve sonrasını düşünün. Yaratıcı’yı ve O’nun karşısında hesap vermeyi
hatırlayın. Hatalarınız çıkınca O size nasıl bakar ve siz O’nun yüzüne hangi yüzle
bakarsınız? İşte bu güç durumu düşünün. Ayık olun, bu uyku ne zamana dek devam
edecek?..
Bu bilgisizlik ve batıl içindeki bu tereddüt ne zamana kadar sürecek?.. Nefsin
arzularına ne zamana kadar uyacaksınız?.. Neden Hakk’a kul olup edep ve terbiye
yoluna girmediniz?.. Ve neden Peygambere (S.A.) uyup, onun yolunu tutmadınız?
İbadet, gelip geçici şeyleri muayyen bir zaman terk demektir. Neden bu yola girip
Kur’an’ın ve Peygamberin (S.A.) sözünü tutmadınız, Allah yolunu bulmadınız?
Bilgisizlikle ve iyiyi, kötüyü sezme kabiliyetine sahip olmadan halka karışma; onların
işine burnunu sokma. Her şeyi iyi belle, sonra gir. Onlara uyku ile karışırsan,
aralarından teneşirle çıkarlar. Ayık ol. Bilgili ve basirete sahip ol. Onlarda iyi bir şey
görürsen uy. Kötü hallerini sezince de kaç. Elinden gelirse, yardım için, kötü işleri
halktan uzak tut.
Siz tam manasıyla Hak’tan gafilsiniz. Hemen uyanmanız, gaflet halinizi bırakmanız
lâzım. Mescitlere girin. Orada Peygambere (S.A.) salât ve selâm getirin. Korkmayın,
orada sizi yiyen olmaz. Maneviyatınız kuvvet bulur. Âfetlerden kurtulursunuz.
Peygamber (S.A.) Efendimiz:
- «Gökten ateş yağınca, kurtulacak bir kişi de olsa, namaz ehli olur,»
buyuruyor.
Namaza durduğunuz zaman halkla ilginizi kesiniz. Hak’la olunuz. Peygamber (S.A.)
efendimiz:
- «Kulun, Allah’a en yakın anı secde halidir,» buyuruyor.
Sana yazık oluyor. Nereye, tevil ve ruhsat arıyorsun?.. Ne için kolaylık
bekliyorsun?.. Bu halin nice zaman sürer?.. Tevil yoluna sapan, Hakk’ı inkâr ediyor
demektir.
Vah bize!.. Azimet sahibi olarak Hak ve hakikatin peşinde koşsaydık bu hale
düşmezdik. İyi işler peşinden gitseydik Allah yardımcımız olurdu. Bizi kurtarırdı. Nasıl
oldu da böyle azimeti bıraktık? Gayret ve fedakârlık gitti. Fedakârlık kayboldu. Herkes
işin kolayını arıyor. Ortalık riyakârla doldu. Görsünler ve desinler için iş yapılıyor.
Nifak İşleri bol, kimsenin işi içine uygun olmuyor. Özü ve sözü bir olan kalmadı. Ne
olacak halimiz?.. Mallar haksız yere alınıyor.
Namaz kılan çok, hakikisi yok… Hacı desinler diye Kâbe’ye gidiyor. Hareketleri
niyetine göre olduğu için fayda bulamıyor. Bir iki iyi iş tutsa da kullar için yapıyor, Hakk’ı
gözetmiyor. Şu devrin insanları için en ince iş, halkın peşinde koşmak oldu. Halik
gözlerinde yok. O’nun sevgisi ruhlarından silindi.
Hepinizin kalbi ölü, öldürdünüz kalbinizi. Yaptığınız hatalar onu perişan etti.
Nefsinizi dirilttiniz. Hatalarınız buna sebep oldu. Şahsî arzularınız, her işin başında
geldi. Yalnız dünyayı talep eder oldunuz.
Kalp, halkı aradan bırakınca diriliğe erer, Hak’la olur ve hayata kavuşur. Bu hal
maddî bir tabir değildir. Hak’la olmak, emrine uymak demektir. Sözümüzün mânasını
kavramanız gerek. Dış görünüşüyle anlamak, yerinde bir şey değildir. Sözlerimizin
değeri ve tefsiri mânevidir. Burada maddenin sözü geçmez.
Allahın emirlerine uyun. Yasaklarından kaçın. Kalbiniz böylelikle, dirilir. Onunla
belâya dayanır. Sabredin… Kaza ve kader hükümlerine boyun eğin… Bunları
yaparsanız, manevî hayatın kapıları size açılır.
Ey evlâd! O’nun işlerine boyun eğ, sonra O’nunla ol. İşin İyiliği bundan sonra başlar.
Her işin bir temeli vardır. Bina temelin üzerine kurulur. Bu bina kolay kurulamaz.
Üzerinde devamlı çalışmak icab eder; gece ve gündüz bir gaye uğruna harcanmalı.
Aksi halde faydasız olur.
Sana acıyorum. Çok az düşünüyorsun. Tefekküre daldığın yok. İşlerini düşünerek
yap. Tefekkür kalpden olur. Kalbine yönel. Halini düşün. İyilik üzere isen haline şükret.
Aksi halde tevbe et, nadim ol. Hakk’a yalvar. Dinini, tefekkürle canlandırman kabil olur.
Şeytan ve kötü duygular, iyi düşünce ile yokluğa gömülür. İşte Peygamberimizin:
- «Bir anlık iyi düşünce (tefekkür), bir gece sabaha kadar yapılan ibadetten
hayırlıdır.» buyurması buna dayanır. Tefekküre geçmeden yapılan her iş uğursuzdur.
İnsanı selâmete çıkarmaz. Bilâkis batağa gömer.
Ey Muhammed (S.A.) ümmeti! Allah’a şükretmeye alışın. Ona yapılan ibadet, az da
olsa, makbul olur. Zaten sizden önce gelenlere nispetle yaptığınız kulluk çok azdır. Bu
sebeple yaptığınız halis olmalı, böyle olursa çok olur. Yeter ki, Hak yolunu candan
tutasınız. Siz sonra geldiniz; ama kıyamet günü diğer ümmetlerden önce
kalkaçaksınız. Bu, sizin için bir fazilettir. Sizden iyi olanın iyiliğine yeter yoktur. İyilikte
kimse onu geçemez. Sizler şah’sınız. Diğerleri sizin tebaanızdır.
Doğru ol. Nefsin otağına yerleşip kaldığın müddetçe doğruyu bulamazsın. Tabiî ve
şahsî arzuların eteğine tutunup koştukça hayrı göremezsin. Mademki halkın elinde
olanı zorla kapmak emelini besliyorsun, doğruluk bekleme. Nifak, riya, benliğinin
derinliğine sahip durdukça huzur bulamazsın. Doğruyu sezmen kabil olmaz.
Dünyalık işlerin ardından seğirtip gittikçe, gözlerini hırs bulutlarından ayırmadıkça,
iyilik bekleme. Âhiret işlerinin esenlikle geçmesini dileme.
Hakk’ı ve hakikati bir yana atıp Allah fikrini değil, şeytan fikrini ruhunda beslemeye
heves ettikçe, hayır kapısı sana kapalı durur.
Allahım, senin varlığınla bize iyilik ver. «Dünyanın ve âhiretin güzelliğini nasip
et. Bizi ateşte yanmaktan sakla.» (Bakara, 201) Amin!

Yorumlar